Trump'ın Kudüs Planı Nasıl Çözülür?

Trump'ın Kudüs Planı Nasıl Çözülür?
Yayın Tarihi: 8.12.2017 19:44:00
Kudüs…
3 semavi dinin başkenti…
1980 yılında İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesinden itibaren ABD Başkanları’nın başkent ilan edilişini gündeme almadığı kutsal toprak.



Filistin Bu Noktaya Nasıl Geldi?
Konuya önce önemli bir kavramı açıklamakla başlayalım. 
Siyonizm; Yahudi milliyetçiliği. Yahudiler’in vaat edilmiş topraklarda ulusal bir Yahudi yurdu kurmasını hedefleyen milliyetçi hareket.
Siyon; ilk başta Kudüs’ün yedi tepesinden birinin adı olarak geçer, daha sonra ise tüm Kudüs için kullanılır.
Not: 1975 – 1990 arası Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylamalar ile Siyonizm ırkçılıkla eşit değerlendirilmiş, 1990 sonrası ise bu oylamadan vazgeçilmiştir.

Filistin Topraklarında Yahudi Nüfusu Nasıl Arttı?
Yahudiler’in Filistin topraklarındaki nüfus artışı 1827-1839 yılları arasında yoğun olarak görülür. İngiltere’nin yardımı ile rakamlar Kudüs’te Yahudi nüfusunun 550’den 5.500’e yükseldiğini, toplamda ise 10.000’e ulaştığını gösterir.

İlk Toprak Alımı Ne Zaman Oldu? 
1858 yılında Osmanlı’da çıkan Arazi Kanunnamesi ile 1867’de çıkan İstimlak-i Emlak Nizamnamesi yabancılara toprak alma hakkı tanımıştır. 1860 yılında Sir Montefiero ilk toprak alımını gerçekleştirmiş ve ilk yerleşimler kurulmaya başlanmıştır.

181 Nolu BM Genel Kurul Kararı
1947 yılında gerçekleşen 181 Nolu BM Genel Kurul Kararı ile 1 Ocak 1948’e kadar Arap ve Yahudi Devletleri’nin kurulması öngörülmüştür. Karara göre Filistin 8 parçaya bölünecek, 3 parça Arap Devleti’ne, 3 parça Yahudi Devleti’ne tahsis edilecek, Yahudi bölgesinin içindeki 1 parça Yafa kentinde bir Arap yerleşim bölgesi oluşturulacak, 1 parça olan Kudüs’ün BM Vesayet Konseyi tarafından uluslararası bir yönetim biçimi ile idaresi söz konusu olacaktı. Bu dağılıma göre toprakların %56.47’si  Yahudi Devleti'ne, %43.53’ü ise Arap Devleti’ne bırakılacaktı.

14 Mayıs 1948 İsrail’in Bağımsızlığı
Peki ne oldu? 
Tabii ki rakamlar böyle kalmadı. 
4 Aralık 1947’de İngiltere manda yönetimine son verdi ve 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti bağımsızlığını ilan etti. İsrail’in bu hareketi karşısında Araplar ile arasında başlayan 1948 savaşı sonunda, İsrail Arap topraklarını işgal ederek toprak yüzdesini %56’dan %78’e çıkarttı. BM’nin 194 no’lu kararı ile bir işe yaramayan, hatta içinde Türkiye ve Amerika’nın da bulunduğu Uzlaştırma Komisyonu kurulması kararlaştırıldı ve İsrail 1949’da BM üyeliğine kabul edildi. Bu sırada Mısır’da başlayan Arap milliyetçiliği sonunda küresel güçlere karşı alınan millileştirme kararları İngiltere, Fransa ve İsrail’i müttefik yaptı.

Tarihi Ayıp: BM Genel Kurul 242 Kararı
1967’de gerçekleşen 6 gün savaşları sonunda BM Genel Kurulu 242 sayılı kanun ile İsrail’in 1948’de işgal ettiği toprakları tanıdı ve Filistinliler’i mülteci sorununa indirgedi. 
1973 savaşında ABD’nin yardımı ile İsrail, Filistin halkı ile girdiği savaştan galip çıktı. Sonunda ABD ve Rusya’nın himayesinde ve BM’nin kontrolünde Cenevre’de Uluslararası Barış Konferansı düzenlendi. İlginç olanı asıl aktör olan Filistin’in bu süreçte yer almamasıydı. Ve sonunda 1988 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü 242 sayılı kararı resmen tanıyarak, ellerinde kalan topraklardan bir Filistin Devleti kurma amacına yöneldi.

Camp David Anlaşması
1978-1979’da Camp David Anlaşması ile amaçlanan Ortadoğu’da barış sürecine çerçeve çizmek ve Mısır ile İsrail arasında bir anlaşma sağlamaktı. Aslında istenilen hep barıştı, Filistin halkına 5 yıl içinde tam özerklik verilmesi hedeflense de asıl hedeflenen İsrail ve Mısır arasındaki sorunun çözülmesiydi.

FKÖ’nün dahil olmadığı bu anlaşmanın Filistin ile gerçekten ilgili olduğunun düşünülmesi mümkün değildi. Sonunda da öyle oldu, Sina Yarımadası'nı İsrail’İn elinden geri alan Mısır, karşılığında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. Ve 1980 yılında İsrail Küdüs’ü ilhak etti ve başkenti olarak duyurdu. 

1988’de ise Filistin Devleti BMGK’nın 242 sayılı kararını kabul ederek bağımsızlığını ilan ederken Doğu Kudüs’ü de Filistin Devleti’nin başkenti olarak belirledi. 
1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşmaları'nda Kudüs'ün nihai statüsünün barış görüşmelerinin ileri aşamalarında ele alınması öngörüldü. Ve İsrail’in Kudüs’ü başkent olarak tanıması uluslararası alanda kabul görmedi. Hiçbir ülke büyükelçiliğini Kudüs’e taşımadı. 

Trump Böyle Bir Role Neden Soyundu? 
Trump’ın başkanlık yarışında izlediği politika birçok dünya halkı tarafından kuşku ile karşılandı. İslamofobi üzerinden ciddi bir oy kitlesine sahip oldu. Aslında Bush ile başlayan 11 Eylül sonrası yapılan Haçlı Seferi benzetmesi, Trump ile varılmak istenilen noktaya gelindiğinin altını kırmızı çizgilerle çiziyordu.

Elimizde Neler Var?
Trump vakti zamanında kendisinden önceki Amerikan başkanlarının Ortadoğu’ya yaptığı masraflardan oldukça muzdarip olduğunu defalarca belirtti. Keşke 4-5 trilyon dolar cebimizde kalsaydı açıklamasını yaptı ve parasını kendi ülkesine harcamak istediğini vurguladı. 

Şimdi Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2017 yılının başında yayınladığı silah ticareti raporuna bakalım. Rapora göre ABD’nin küresel silah ticaretindeki payı yüzde 33’ü buluyor. Ve rapor başka bir gerçeği daha gösteriyor ki o da ABD’nin silah satışlarının 2012 – 2016 yılları arasında bir önceki beş yıllık döneme göre yüzde 21 oranında arttığı. Ayrıca ABD’nin ürettiği silahların yaklaşık yarısı Ortadoğu ülkelerine veriliyor. Ortadoğu için rakamlar ise oldukça endişe verici, bölgede silah alımları beş yılda yüzde 86 oranında artarken, toplam silah ticaretindeki payları yüzde 29 oranında yükselmiş. Suudi Arabistan ve Katar yüzde 200 üzerindeki silah ithalatı ile listenin üst sıralarında yer alıyor.

ABD’ye geri dönersek, kaostan düzen yaratmak da yaptıkları en güzel şey. Hazır Suudi Arabistan bu kadar silahlanmışken, buna karşılık uzun zamandır sessizliğini koruyan İsrail neden silah yatırımı yapmasın. Kendi coğrafyasından uzak bölgelerde çıkabilecek çatışmalardan ABD neden kar etmesin?

ABD, Ortadoğu’da aktif bir rol istemiyor, Astana’da İran, Rusya ve Türkiye’nin garantörlüğünde çatışmasızlık bölgesinde garantörlerin kontrolörü olmak istiyor. Ortadoğu’dan çekileceğini ve bu bölgede askeri müdahalede bulunmayacağını söylüyor. İsrail ABD’nin bu tutumundan rahatsızken Trump'ın onları memnun edecek bir adım atması gerekiyor. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımanın vaktinin geldiğini söylüyor. Netanyahu Trump’a sonsuza dek minnettar kalacaklarını ifade ediyor. Bu durum da ABD’nin kendisi çatışmadan fakat bir yandan da dünyanın polisi olma rolünü koruyarak, kendine borçlu bir ülkeyi Ortadoğu’da güçlü kılma ihtiyacını karşılıyor. 

Trump ayrıca seçmenine karşı da bir sorumluluğa sahip. Seçmenin de kendisinden beklentileri var. Onlar da Trump’ın bu sivri ve islamofobik odaklı hareketlerinden mutlu oluyor. Kendisine verilen oyların karşılığını vermek istiyor.

Trump ayrıca Suudi Arabistan’a yaptığı silah satışı ile Suudi Arabistan’ın ilerde kendisine karşı gelmesinin de önünü kapattı. Ilımlı İslam kavramından bahseden Suudi Arabistan’ın da zaten böyle bir niyeti yok gibi görünüyor. Aslında Trump, İran dışında Ortadoğu ülkeleri ile bir anlaşmazlık içerisinde de değil. Trump’ın istediği hem İsrail lobisi ile kendini garanti altına almak hem de Flynn’ın itirafçı olması ile karışan ortamda gündemi başka bir noktaya çekebilmek.

Trump’ın açıklamasından sonra tüm dünyanın konuştuğu Kudüs’ün resmen başkent olarak tanınamayacağı oldu. Böylece ABD'nin yeni başkanı, aslında her ABD başkanının kendi dönemine damga vuracak bir olay yaratma alışkanlığını yerine getirirken aynı zamanda gündemi de istediği gibi değiştirmiş oldu.
 
Peki bunun sonucunda ne olur?
Bunun sonunda İsrail – Filistin çatışması artarken, beklenildiği gibi ülke liderleri kınamadan öteye gidemez. Ortadoğu meselesinin kalbi Filistin olsa da bölgede her ülke kendi içindeki karışıklıları en aza indirgemenin derdinde.

Liderlerin söylemlerinden çok halk hareketlerinin önem kazandığı bir dönemde yaşıyoruz. Arap Baharı bunun en güzel örneklerinden biri. Dünya üzerinde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasına karşı çıkan halk kitlelerinin yapacağı protestolar ile Filistin’i harekete geçirecek bir güç yaratılabilir. Çünkü Filistin’de de El Fetih ve Hamas oldukça yorgun ve yıpranmış durumda. 
Kısacası kitleler ile rejimlerin tepkileri aynı olsa da değişim güçleri birbirinden farklılaşıyor.

Uluslararası anlamda ABD’nin ve İsrail’in yalnızlaştığı bir sürece adım atılırken, dünya genelinde oluşabilecek bir halk hareketi ile Filistin’de yaşanan insanlık dramına, yaratılan cehenneme bir son da verilebilir.

Özetle dünyanın kaderini her zaman seçilen liderler belirlemez. 

PAYLAŞ

 
 
 
 



YAZARIN SON YAZILARI


TÜM YAZARLAR



YAZARIN EN ÇOK OKUNAN YAZILARI