Naim Süleymanoğlu, bugün 50 yaşında, son yolcuğuna uğurlandı.
Çocukken televizyonun karşısına geçer, kahkülünü üfleyerek kaldırışını seyreder, ellerini pudralarken onunla birlikte heyecandan ellerimizi ovuşturur ve sevinç çığlığı atmaya hazır, kalbimiz ağzımızda, nefesimizi tutarak bekler ve kazandığı şampiyonluklar, aldığı altın madalyalar ile göğsümüz kabarmış bir şekilde televizyon karşısında onu alkışlardık.
Naim Süleymanoğlu Türkiye’ye 3 Olimpiyat Altın Madalyası, 7 Dünya Şampiyonluğu, 6 Avrupa Şampiyonluğu, 46 Dünya Rekoru ile tarifsiz gurur yaşatan milli sporcumuz.
Peki biz Naim Süleymanoğlu’na yeterince sahip çıktık mı?
Naim Süleymanoğlu 23 Ocak 1967 yılında Bulgaristan’da Türkler’in ağırlıklı olduğu Kırcaali’de dünyaya geldi. Bulgaristan’da büyüyen Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye gelmek istediği duyulunca uzun süren bir operasyon hazırlığı başladı.
1986 yılında Avustralya’da yapılan Dünya Şampiyonası sırasında, Dış İşleri Bakanlığı ile MİT’in ortaklaşa gerçekleştirdiği ve Turgut Özal’ın yönettiği filmleri aratmayacak bir operasyonla Türkiye’ye getirildi. Bulgar yetkililer o dönemde “Türkiye bu çocuğu heder edecek, kendisini geliştirmek için uygun antrenman şartları Türkiye’de sağlanamaz” gibi açıklamalarda bulundu. Ancak işler tam aksi yönde gelişti ve Naim Süleymanoğlu dünya spor tarihine ismini defalarca altın harflerle yazdırdı.
Bulgaristan’dan onu almak için yapılan operasyonun hakkını namı diğer “Cep Herkülü” defalarca göğsümüzü kabartarak verdi de biz Naim Süleymanoğlu halteri bıraktıktan sonra eğitim desteği ile onu spordan kopartmamak, kaybetmemek için üzerimize düşen görevi yerine getirdik mi?
Naim Süleymanoğlu siyasi bir karakter olmak istedi, antrenörlük yapmak istedi hiçbiri onu tatmin etmedi, istediği başarıyı yakalayamadı, sporu bırakınca fazla kilo aldı, sosyal hayatı bozuldu, maddi sıkıntılar çekti, federasyonda kendisine teklif edilen iş sonucunda hayata tutundu, 3.000 TL maaşla işe başladı, karaciğer nakli geçirdi, ardından geçirdiği beyin kanaması sonucunda hayata gözlerini yumdu.
Milli sporcularımızın sadece bize altın madalya kazandırdığı, aktif olarak spor yaptığı dönemde değil sonrasında da yanında olmamız gerekmez mi? Onlara sahip çıkmak, düştükleri boşluktan doğan bunalımlarında el uzatmak, korumak, kollamak görevimiz değil mi?
Milli sanatçılarımıza, aydınlarımıza, sporcularımıza kısacası yaşayan milli değerlerimize kol kanat germeliyiz. Bize yıllar öncesinden bugün yaşadığımız siyasi sorunları gösteren birçok aydınımızı terör kurşunundan koruyamadık. Sinema, müzik başta olmak üzere Türk sanatının dünyaya duyurulmasında emek harcayan sanatçılarımızı yaşlanmaya başlayınca görmezden geldik. Ünlü olmanın ve birden bire yalnız kalmanın psikolojisini anlayamadık. Bayrağımızı gururla dalgalandıran milli sporcularımızı şan, şöhret dönemi geçtikten sonra yalnız bıraktık. Onlara ünlüyken verdiğimiz önemi, değeri, zamanla geri aldık. Görmezden geldik.
Bu dünyada hepimiz birbirimizden sorumluyuz. Birbirimizi görmezden gelmek yerine birbirimize destek olmalıyız. Bu bizim insan olarak birbirimize karşı görevimiz. O yüzden önerim şudur ki, milli değerlerimizin kariyerlerini planlarken ilerisini de düşünmeli, bir boşluğa düşmelerini engellemeli, yeni nesillere destek olmaları, gençleri yetiştirmeleri için eğitimler gerçekleştirmeli ve onlara çalıştıkları alandan emekli olduktan sonra yeni bir kariyer, uğraş, kazanç alanı yaratmalı, değerlerimize sahip çıkmalıyız.