Türkiye’nin içinde bulunduğu dalgalanma ile ilgili ekonomistlerin değerleri yorumlarına ek olarak sürecin sadece ekonomik olarak alınan hatalı kararlar ya da yatırımlardan kaynaklanmayacak kadar farklı bir boyutta olduğunu ifade etmenin yararının olacağını düşünüyorum.
Bunun için de sorunun kaynağına biraz daha ışık tutmak faydalı olabilir.
ABD Başkanı Donald Trump, gün geçmiyor ki ABD’nin ekonomik yapısını düzeltmek için başka bir ülkeye ekonomik bir tehditte bulunmasın ya da ticaret savaşlarının fitilini ateşlemesin. Twitter hesabını “Sevgili Günlük” tarzında kullanarak, sınırlı karakterlerle diplomasiyi yürütmeye çalışan Trump Amerika’nın ulusal güvenliği için birçok radikal karar aldı.
Trump Dönemi
Trump seçildiği andan itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarlarına yönelik kararlar alacağını çok açık ve net şekilde dile getirdi. Müttefik ve düşmanlarını belirledi. İsrail ABD’nin koruması altındaki devlet olarak belirlenirken, İran düşman olarak tüm dünya kamuoyuna ilan edildi. Ve ilk iş olarak İran’ı çerçeveleme politikasına yönelik stratejik hamleler yaptı.
Trump’ın İran’a yönelik tavrı, 2015 yılında Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesine ve İran’a yeni anlaşma için açık kapı bırakmasına rağmen ekonomik yaptırımlar adı altında ambargoları adım adım hayata geçirmesine yol açtı. İran Orta Doğu’da hem kültür ve toprak büyüklüğü bakımından hem de enerji ve silah üstünlüğü açısından kontrol altına alınması en zor ülke konumunda.
İran aynı zamanda ABD’nin koruması altındaki İsrail ve elindeki kartonlarla dünya kamuoyuna “silah nasıl satılır”ın dersini verdiği Suudi Arabistan için büyük tehlike. Ancak Trump dönemine damgasını vuran İran aynı zamanda, yine güney cephesinde özellikle İsrail’i yakından ilgilendiren Suriye topraklarında da üç garantör ülkeden biri.
İran hakkında bu kadar konuşmuşken İran ile mesafeli samimiyet içinde olan, Suriye’nin Güney Cephesi’nde rejim güçlerinin meşruiyetini sağlamak, Ürdün üzerinden yeni bir kriz yaşanmasını engellemek isteyen bir de Rusya var. Öyle ki İsrail ile Rusya arasında gerçekleşen diplomatik trafik bir dönem Rusya Astana sürecinde İran’ı yarı yolda mı bırakacak hesapları yapılmasına neden oldu. Ancak tüm bu çabalar Şii milis güçler ile Rusya’yı karşı karşıya getirmezken, kendisi için bir tehlike oluşturmayacağına ikna olan İsrail’in de Suriye rejim güçlerini tanıması ile sonuçlandı.
İsrail ve İran’dan konusu açılmışken, diğer taraftan Trump, kendi dönemine damga vuracak bir karar ile Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı. Bu karar ile özgüveni yerine gelen İsrail sonunda Filistin topraklarında yaşayan Araplar’ı ikinci sınıf vatandaş olarak konumlandıracak Yahudi Ulus Devlet yasasını gün ışığına çıkarttı.
Tüm bu gelişmeler karşısında Arap ülkeleri gerçek bir tepkide bulunamazken, İsrail’in Yahudi Ulus Devlet Yasası ve Trump’ın Kudüs’ü başkent ilan etmesine karşı çıkan; aynı zamanda İran’a uygulanacak ambargolara uymayacağını ifade eden en göze batan ülke Türkiye oldu.
İsrail’in Yahudi Devlet Yasası ile aldığı kararlar dünya devletleri tarafından büyük eleştirilere maruz kaldı. Ve Orta Doğu’nun demokratik ülkesi İsrail, sözde demokrasisini bir kenara bırakarak nobran tavrı ile özündeki siyaset anlayışına döndü. Buna karşılık Türkiye Orta Doğu’da sınırı olan, ilişkide bulunmak zorunda olduğu ülkeler ile ilişkilerini ve anlaşmalarını, stratejik ortaklıklarını iyileştirme kararı aldı ve buna yönelik adımlar attı.
Uzun zamandır başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin de dikkatini çeken Güney Afrika’da gerçekleşen 10. BRICS Zirvesi’ne Türkiye de davet edildi. BRICS çerçevesinde Çin ve Rusya ile farklı konularda görüşmeler devam ederken, Amerika Birleşik Devletleri’nden Türkiye’de cezası sağlık nedenleri ile ev hapsine çevrilen pastör A. Brunson ile ilgili kıştkırtıcı tweetler atılmaya başlandı.
Bu sırada Trump, Almanya ve İngiltere’ye karşı aynı nobran tavrını sürdürmeye devam etti. NATO ülkelerine ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmeleri konusunda haklı bir uyarı yaparak, getirmedikleri takdirde Rusya ile tehdit edilebikeceklerinin mesajını verdi.
AB ülkeleri ile yine medyadan takip ettiğimiz sert çıkışları sonrasında ekonomik bir zora koşma ile istediğini alma yoluna gitti.
Arap NATO'su
Bu sırada “Arap Natosu” denilen Orta Doğu’da stratejik işbirliğini sağlayacak, Ekim ayında gerçekleşmesi planlanan Körfez Ülkeleri’ne ek olarak Mısır ve Ürdün’ün de dahil olduğu bir birlik planladı. Gerçek bir Arap Birliği’nin oluşmasını istemeyen Trump, kendi yöneteceği ve yönlendireceği Arap Birliği’ni kendisi oluşturma kararı aldı. Aynı ABD’nin kendine pazar yaratmak için sermaye ayırdığı Avrupa Birliği gibi.
Trump tüm bunlara ek olarak Türkiye’nin Rusya’dan S400 almasından rahatsızlık duyduğunu belirtirken, 10 Ağustos 2018 tarihinde attığı “Türkiye ile ilişkilerinin oldukça kötü olduğunu, kendilerinin güçlü Dolar’ı karşısında Türk Lirası’nın değer kaybettiğini, Türkiye’den gelen çelik ve alüminyum üzerindeki gümrük vergilerinin ikiye katlanmasına da onay verdiğini içeren tweet’i attıktan üç gün sonra 2019 savunma harcamalarında Türkiye’ye F35 teslimatının yapılmasını engelleyen maddenin olduğu tasarıyı imzaladı.
Tüm bu gelişmeler olurken dolar 7 bandını aştı.
ABD'nin Hegemonyasında Ekonomik Terör
Olaylar bize gösteriyor ki ABD’nin içinde bulunduğumuz dünya düzenini yıkmak ve kendi hegemonyası ile yeniden kendi istediği şekilde bir dünya düzeni kurmak gibi bir hedefi var. Geriden liderlik ve vesayet savaşları ile kendi istediklerini maşalar kullanarak yaptırmaya alışmış olan ABD, dünya kamuoyunun gözleri önünde bir terör örgütü desteklemek yerine kimsenin kimseyi öldürmediği ancak ülkeleri iflasa, halkı isyana sürükleyecek dengesizliklerin ortaya çıktığı ekonomik terör anlayışını devreye soktu.
Konu Brunson ya da evanjelistler ile ilgili direkt ilgili bir olay olmadığı gibi Brunson verilse, İran’a ambargo beklenecek, İran’a ambargo uygulansa Kudüs’ün başkent olarak kabul edilmesi istenecek, Kudüs İsrail’in başkenti kabul edilse, Suriye sınırında bir devlet oluşumuna razı gelinmesi söz konusu olacaktır. ABD’nin yaratmaya çalıştığı çatışma nedenleri tükenmez. Çünkü sorun Türkiye’den kaynaklanmamakta, ABD’nin çatışmacı, hegemonik ve nobran tavrından, dünya devletleri ile ilgili kendi kafasındaki konumlandırmaya zemin hazırlayacak kriz yaratma yöntemleriyle ilgili stratejisinden kaynaklanmaktadır. Bu strateji de Trump döneminde yaratılmamıştır, Marshall Planı da bunun bir parçasıdır, NATO’nun oluşturulması da, Nixon döneminde uygulanan çift sütun politikası da… Farklı olan Bush’un bunu savaş, Obama’nın halkla ilişkiler, Trump’ın ise direkt tehdit ve sert bir dille oldukça açık uyguluyor olmasıdır.
Türkiye kendi payına düşen hatayı (dış politikada uluslararası iletişimin yönetimi, öngörülüp proaktif olarak önlem alınamayan krizler, ya da beton başta olmak üzere sürdürülebilir hiçbir yanı olmayan alanlara gereğinden fazla yatırım gibi) görüp, objektif bir şekilde ele almalı, çözüm yolları üretmeli. Ancak tüm eleştiriler yapılırken Türkiye’nin dünyanın içinde bulunduğu bir ticaret savaşının değil, Amerika odaklı bir ekonomik terörün menzilinde olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Türkiye ABD’ye güvenmemesi gerektiğini Jüpiter Füze Krizi ya da Johnson Mektubu ile acı bir şekilde öğrenmiştir. Türkiye yönetiminde “Amerika’yı defalarca keşfetmenin bir nedeni olmadığı” da izlenilen politikada farklı işbirlikleri ile yaratılan fırsatlarla ortaya konmaktadır. Tüm bu farklı ülkelerin ekonomik yakınlaşmaları ABD’ye karşı olmak için değil, gerçekten fayda sağlayacağı için yapılmasıdır. Çünkü göz ardı edilmemesi gereken en önemli gerçeklerden biri de ABD’nin halen en büyük küresel gücü temsil ediyor olduğudur. Bu sebeple önüne gelene ekonomik anlamda bir terör uygulama hakkını kendinde görebilmektedir.
Bu ekonomik terörden de ancak ekonomiye yön veren işletmelerin alacağı fedakar kararlar neticesinde çıkılacaktır. Gereksiz harcamalardan devletin her kademesinde vazgeçilecektir ki ekonomik dar boğaza girme ihtimali olan KOBİ’ler yalnız olmadıklarını hissetsin.
Ticaret Savaşlarında E-Ticaret
Ek olarak unutulmaması gereken en önemli unsurlardan biri de dijital teknolojiler ve bu alanlara yapılan yatırımlar. Girişimci, verimli ve sürdürülebilir çalışmaların yanında harcamaları en aza indirerek ticarete devam etmek ve inovatif çalışmalar yapmak için en uygun alanlardan biri de e-ticaret. Özellikle yeni nesil kendini bu konuda geliştirecek eğitimler almaya gayret göstermelidir. Elektronik ticaret hacmi Türkiye için %2 iken, dünyada bu oranın ortalama olarak %20 civarında olduğu biliniyor. Ticaret Bakanlığı’nın 100 Günlük Eylem Planı'nda da yer alan maddelerin de e-ticarette güvenlik ve hizmet kalitesini arttıracak nitelikte olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ve bu alanda yetişmiş eleman sayısının oldukça az olduğu da düşünülünce ağırlık verilmesi gereken alanların başında geldiğini söylemek çok da şaşırtıcı olmasa gerek.
Sonuç olarak bundan sonra özellikle; çağa uygun, verimli, sürdürülebilir yatırımlara yönelmeli, çalışanlarımızı motivasyon, inovasyon, dijital dönüşümler gibi konularda eğitmeli, gelecekte iş hayatına girecek öğrencilerin mesleki seçimlerini yönlendirecek, sadece isim olarak varlığı bilinen değil, onların hayatlarına dokunan kariyer merkezlerinin gelişmesini sağlamalıyız.