Ali Kazma ile Video Art Üzerine Konuştuk
Sanat sadece hayatla sonlanır. Video Art sanatçısı Ali Kazma ile sanat üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bilinçliliğin, hissin, yeterliliğin en üst seviyede olduğu anları yakalamak için özellikle bakmak, bu fazla şeyi göstermek, anlatmak. Çünkü zor. Zor, 'en iyi'nin oluşmasına vesile olur. Çünkü her zaman açık zihinle çalışılmalı. Pazarlama, reklam ve medya tarafından yönlendirilen bir dünyadayız. Birtakım yeni fikirler için, korunmuş bir hayat yaşamanız gerekiyor. Aynı dili konuştuğum için mutlu olduğum Ali Kazma ile Video Art üzerine konuştuk.
20'li yaşlarımın ortalarında film yapmaya, hayatımı bunu yaparak geçirmeye karar verdim. Daha öncesi belki de işin daha akademik, teorik tarafında kalırım diye düşünüyordum.
2005 yılından bu yana iki ana video serisi üzerine çalışıyorum; “Engellemeler” ve “Rezistans”; insanın dünyaya şekil vermek üzere geliştirdiği üretim süreçlerini incelerken, yine bu süreçler içinde şekillenen insan bedenini, ruhunu araştırıyorum.
Video Art'a nasıl başladınız, ilk kameranızı ne zaman aldınız? İlk ne çektiniz?
İlk iyi fotoğraf kameram, Pentax K-1000 di. Hayır durmuyor, çalındı. Babamın evine hırsız girmişti ve onu da almışlar. Okuldayken Bolex kamera kullandım ve ilk filmimi onunla çektim. Arri 16S 16mm Cine Camera ile ikinci filmimi çektim. 98'de aldığım ilk video kameram, Canon XL1S MiniDV Digital Camcorder, bu kamerayı yaklaşık 10 yıl kullandım. İlk ne çektim hatırlamıyorum, inan. Büyük ihtimal ile birkaç deneme çekimi yapmışımdır.
İlk olarak ne zaman yaptığınız işin sanat olduğunu anladınız? Biri mi yönlendirdi?
Yaptığım işin sanat olduğunu hep biliyordum.
Ailenizin etkisi oldu mu? Sanatçı olmak için ailenin de sanattan gelmesi gerekiyor mu?
Annem ve babam mimardı. Tabii ki yaratıcı bir meslek. Görselin iki boyuta yansıması, temsiliyeti, presantasyonu; anne babamın bunlar üzerine çalışmasını izledim çocukluğum sırasında. Ailenin de sanattan gelmesi gerekmez tabii sanatçı olmak için. Ama ben bana bunun iyi geldiğini düşünüyorum.
Robert Kolej’den gelmek etkili oldu mu sanat kimliğinize?
Şanslıydık. Bizim senemizde, Milli Eğitim Bakanlığından izinli yeni bir sistem deneniyordu, çok seçmeli ders hakkımız vardı. Bu çok önemliydi. Örneğin Film ve Edebiyat adlı bir ders almıştım. Edebiyat eserlerinden yola çıkan filmleri seyredip üzerine konuşuyorduk. Lisede bu şansımızın olması çok güzeldi.
Nasıl geliştirdiniz kendinizi Video Art konusunda?
Çalışarak. Hep çalışarak. Yani hep bir proje üstünde çalışıp, okuyup, dinleyip, düşünerek.
Sanat çevresinde ne zaman kabul edilmeye başladınız? Hangi süreçlerden sonra?
2000 senesinde, küratör Vasıf Kortun, işlerimin güncel sanat bağlamında da gösterilebileceğini düşündü. Daha önce film festivallerinde gösterdiğim videolardan seçkiler ile Ankara'da Genç Sanat sergilerinde bulundum. Daha sonra 2001 senesinde IKSV İstanbul Bienali'ne başvurdum ve davet edildim. Böyle başladı. Daha sonra uluslararası sergiler geldi.
Bir röportajınızda, "Filmleri bitirirken, çektiğim şeyin, yaptığım şeyin devam ettiğini şu anda dünyada hala bunun olduğunu gösterir bir şekilde bitirmeye çalışıyorum." diyorsunuz. Benim anladığım kadarıyla işiniz için çözümsüz konuları seçiyorsunuz, bir çözüm mü bulmaya çalışıyorsunuz, başka bir sebebi mi var?
Dünya da çözümlü bir konu var mı, bilmiyorum. Flaubert, aptallığın temelinin yargıya varmak, sonuca bağlamak istemek olduğunu söyler. Tam ve kesin bir sonuç ancak dogmatik düşüncede, propaganda da vardır. Sanat yeni yer açan, olan üzerine farklı yönlerden düşünmeni sağlayan birşeydir. Bu da tabii bir sonuca bağlamaz. Sanat karmaşıklaştırır.
Video Art nedir? Basit bir şekilde anlatmak gerekirse?
Video Art birçok şey olabilir. Ancak en basit haliyle, akan görüntüyü kullanan güncel sanat şekli diyebiliriz.
Güncel sanata uzak kişileriz ki bende bu gruba dahil oluyorum. Video Art üretimlerine baktıklarında birşey anlamıyoruz diyorlar. Anlamak için nasıl bakmak gerek? Sebebi ne? Herkesin anlama zorunluluğu yok mu?
İnsanların çoğu bir sanat serine baktığında efor sarfederek anlamayı değil de zaten bildiğini tekrar görmek ister. İnsan sanat eseri karşısında kendi birikimi ile durur. Sanat eseri esasında sizin nerde olduğunuzu gösterir. Ona getirdiğinize biraz daha katar. Ve her sanat eserini herkesin anlamasıda tabii ki gerekmez.
Siz hayatınız boyunca soyut düşünce, felsefe, estetik üzerine kafa yormamışsanız, ilk bakışta bir sanat eserini anlamayı beklemek adil olmayan bir beklentidir.
Ama herkes öğrenebilir. Sanat konusunda çalışarak, okuyarak, dinleyerek daha derinleşebilir.
Video Art'n sinemaya bir katkısı var mı? Birbirleriyle ne ölçüde bir alışverişleri oluyor?
Git gide artan bir alışveriş var. Birçok Film Festivali artık Video sanatından insanları davet ediyor. Sinemada da büyük başarı yakalayan Video Art sanatçısı Steve Mcqueen var, mesela.
Peki siz ne tür filmlerden hoşlanıyorsunuz? Avrupa sinemasını seviyor musunuz? Takip ettiğiniz yönetmenler?
Avrupa sineması diye tek birşey olduğunu düşünmüyorum. Yönetmenleri takip ediyorum. Michael Haneke, 60'lar 70'ler Robert Bresson, Michelangelo Antonioni, Andrey Tarkovski bunlar hep geriye dönüp dünüp baktığım, öğrendiğim insanlar. Günümüzden de Frederick Wiseman, Patricio Guzman, ve biraz da Werner Herzog; bunların tüm filmlerini seyretmeye çalışıyorum.
Film çekmeyi düşünüyor musunuz?
Yalnız filmde araştırabileceğim, derinine inebileceğim bir sorunsal ile karşılaşırsam evet. Şu an değil.
O zaman sinema ile ilgili birkaç soru daha sormak istiyorum. Türkiyeye son yıllarda iyice hakim olmuş, popüler sinema kültürü hakkında ne düşünüyorsunuz? Recep İvedik var, çok izleniyor. Bu nasıl bir gösterge? Nasıl yorumluyorsunuz?
Üzerine pek düşünmüyorum.
Daha estetik, en bilinen Nuri Bilge Ceylan var tabii. Onu nasıl değerlendiriyorsunuz? Onun yeri nedir sinema sanatı içersinde?
Nuri Bilge Ceylan zaten uluslararası alanda kabul edilmiş iyi bir sinemacı. Her filmini seyrediyorum.
Siz Türk yönetmenlerden kimi beğeniyorsunuz?
Genç nesilden beni heyecanlandıran; Çoğunluk, Seren Yüce'nin, Sarmaşık, Tolga Karaçelik, Sivas, Kaan Müjdeci’nin ilk filmi. Çok iyiydi. Yine Abluka, Türkiye, Fransa ve Katar ortak yapımı dramatik bir film. Emin Alper'in. Mustang, Deniz Gamze Ergüven. Türkiye Sineması’nda şu anda çok yetenekli insan olduğunu düşünüyorum.
Dijital teknoloji artık günümüzün bir gerçeği ve bu teknik devrimin çok hızlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Sık, hızlı ve düşünmeden üretilen imajların pek değeri olduğunu düşünmüyorum. Teknolojinin gelişmesi benim tek başıma çalışabilmeme imkan verdi. Bu açıdan önemli benim için.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi devamlı öğrenmeye, denemeye, çoğalmaya ve azalmaya açık biri olarak görmek istiyorum.
Zor biri misiniz?
Talepkar bir insan olduğumu düşünmüyorum ama belli kurallara dikkat eden biriyim.
Genelde şöyle bir bakış vardır, sanatçılar normalin dışında olarak görülür. Sizde normalin dışında görüyor musunuz?
Tabii ki. İşi normalin dışında olmak.
Yine sanatçıların egosu yüksek olduğu düşünülür. Sizde kendinizi toplumdan başka bir yerde konumlandırıyor musunuz?
Bütün sanatçıları öyle konumlandırıyorum. Toplumun dışındadır, vasatın başka bir yerindedir. Toplum denen şey insanları birbirine benzetmeye, belli kurallar içinde yaşamaya iten bir mekanizmadır. Sanat bunun tamda dışında var olmak zorundadır ve bunu yapan insanında bu normalin, vasatın dışında olması gerek.
Hayatınızın yüzde kaçını kişisel hayatınıza, yüzde kaçını iş hayatınıza adamışsınız?
Bir işi severek yapan insanların, o işi meslek gibi görmesi mümkün değil. O yaptıkları şey, onların işi değil, yaşamı oluyor. Yaptığım iş benim yaşamım.
Uyku probleminiz var mı?
Hayır, yok.
Seyahat etmeyi en çok sevdiğiniz yerler, nereler?
Bir tanesi Kuzey İtalya'da yer alan Lago di Garda Gölü’nün kuzey bölgesi, diğeri Limeni, Yunanistan’ın Mani bölgesinde bir kasaba.
Çocukluk kitaplarınızı, sabah müziklerinizi merak ediyorum?
Tabii ki Define Adası basta olmak üzere Stevenson'un kitapları, Küçük Kara Balık Behrengi'nin, Gizli Yediler var, Devamlı okurdum. Tenten'in Maceraları, Galyalı Asteriks'in Maceraları. Ve birde açardım önüme gövdem kadar sayfası olan ansiklopedileri, çok büyük keyif alarak okurdum.
Sabah müziklerim, Barok ya da klasik. Bach, Beethoven dinliyorum. Bazen caz.
Neresi ve neler size ilham verir?
Edebiyat ve okumak.
Yemek yapmayı seviyor musunuz? En çok hangi yemeği iyi yapıyorsunuz?
Evet. Muhlama; bol mısır unu, peynir ve tereyağıyla yapılıyor. Ekmeği içine daldırıp, kendi etrafında 360 derece döndürüp yiyorsunuz.
Suçluluk hissine lüzum yok. Ayda 1 defa’yı geçmemek kaydıyla. Başka şeyler de yapıyorum ama spesyalitem bu oldu artık.
Peki Fransa’da hayata geçen işiniz nasıl hissettiriyor?
Daha önce birçok sergi yapmama rağmen, bu seviyede bir müzede, bu kadar çok işi bir arada, bu kadar büyük bir gruba göstermek. Avrupa’da ilk kez oluyor. Oradan gelen kritikleri duymak, güzel birşey.
Sergide ki tüm çalışmaları baştan sona izlemek istersek bize lazım olan süre ne kadar?
4 saat.
Serginin adı ne zaman kondu? Zaten adı ile mi başladınız!?
Sergilere isim bulmak zordur. Sergilerime genelde işlerimden birinin adını veriyorum. İşlerimin adı kısadır, olduğu şeyi anlatırlar.
"Yeraltı" benim son zaman işlerimde çok öne çıkıyor. Yeraltı, kontrollü iletişim kurabileceğiniz bir yerdir de aslında, bazı noktalar arasında, dışarıya kapalı, anlamlı ve kaliteli iletişim kurmanın bir yöntemidir. Sanatçıların üretim yaptığı yer anlamına da geliyor serginin ismi.
Gelecekte ne var?
Yeni projeler.. Denizler, deniz fenerleri, limanlar, gemiler, dalgalar, kıyılar..
Röportaj: Sezin Zerek
HABERİ PAYLAŞ